Peki ama nereye kayboldun?!. Gözlerim her yerde seni arıyor, hâlbuki işte gözbebeğimdesin; kalbim durmadan seni özlüyor, hâlbuki işte bağrımın içindesin. Kaybolup gittin desem kalbim beni doğrulamıyor. Çünkü sen onun içinde bir sır gibi kaldın, hiçbir yere ayrılmadın. Yok, gitmedin, hep yanımdasın desem, gözüm beni yalanlayacak, hani nerede sevgili, diyecek. Ne yapacağımı bilemiyorum. Kaybolan ile bulunan, doğru ile yalan arasında şaşkın kalakaldım. Gönlümdeki yangına şahitlik ederek şu alevlerin içinde gülümseyen, şu gözyaşıma yansıyan hayalin ne vakit hakikat olacak? Ateş ile su arasında kalan hasretim ne vakit dinecek? Neredesin, kiminlesin, neylersin bilsem!..
Baştan sona hasreti anlatan bu sözleri işitince içimin
burkulduğunu, derin bir keder hissettiğimi itiraf etmeliyim. “- Galiba kurt ile
kuzu, aslan ile ceylan rollerini değiştiler” dedim içimden. Çünkü bir sevgili,
ancak böyle bir durumda içini dökerken yukarıdaki cümleleri söylerdi. Seven ile
sevilen arasında olup bitenler değiştikçe kimlikler de değişir, seven ile
sevilen rol dönüşümüne uğrarlardı. Bu durumda seven işin başlangıcında
sevgiliyle ilişkilendirilen, ona benzeyen her şeye ilgi duyuyor, benzemeyenleri
bile ona benzetiyor, bundan haz alıyordur. Mecnun dağda tuzağa ayağını
kaptırmış bir ceylan görünce onun gözlerini Leyla’nın gözlerine benzetmiş, sırf
bu yüzden avcıyı bekleyip diyetini ödeyerek onu serbest bırakmıştı. “Niçin
böyle yaptın?” dediklerinde ise “Leyla’ya benzeyen birine zulüm yaraşık
değildir!” cevabını vermişti. Mecnun o vakit Leyla’nın aşkının henüz
başlangıcında olduğu için böyle davranmıştı. Çünkü sevgi kemale erince seven,
mükemmelliğin yalnızca sevgilide olduğunu fark eder ve artık ona benzer bir şey
bulamaz. Tıpkı bunun gibi sevginin başlangıcında seven feryat figan eder,
ağlayıp inler, yanar yakılır, kalbindeki ateşin dumanı ağzından ah olarak
çıkar. Ama sevgi kemale erip de sevenin varlığını ele geçirince artık inlemeler
ve ağlamalar son bulur, seven latif bir cisme dönüşür; kusurluluk biter, paklık
başlar. Yani ateşin alevi büyüdüğü vakit dumanı azalır, hatta kaybolur gider.
Bu durumda sevilen seven için kesif bir dumana dönüşür. Hem de bütün alevi
örten bir duman.
Hayal ile gerçek arasındaki sevgilinin hikâyesine dalınca
birden şehrimi özlediğimi hissettim. Sevgi bana şehri hatırlatmıştı. Belki de
sevgi şehri özlemekti. Çünkü şehirler sevgililer gibi sevgileri de saklar,
perverde eder. Birden fark ettim ki düşündüklerim yüzünden gönlüm hassaslaşmış,
yüreğimin titremesi iki katına çıkmıştı. Sevgi hatıraları yenilemek, eski
dostları yeniden görmeyi arzulamaktı herhalde. Çünkü bunu hayal ederken bile
sevgi insanın içini ısıtıyor, huzur veriyordu. Hayat sevgiyle yaşanmalıydı.
Bir ara “-Acaba aslan da ceylanın yurduna varırken seviniyor
mudur?” diye içimden geçirdim. Acaba onun dışında sevgisini yitirdiğini, ona
varınca da sevgiyi bulmayı umduğunu söyleyebilir miydim?!.. Hani herkes için
matem olan yurt, seven için bayram, herkese Muharrem olan günler sevene
Zilhicce olur gibi… Zeliha’nın, bütün adların içine Yusuf’un adını gizlemesi
gibi… Sevgili adını diğer adları söylediğinden daha sıcak bir içtenlikle
söylemek, sevgi kelimesini başka kelimelerden farklı telaffuz etmek, sevgi
derken sanki yüreğinin bir parçası da ağzından birlikte dökülmek, sevgilinin
kalbiyle sevenin kalbi arasında bir ilmeğe bağlanmak gibi…
O zaman düşündüm. Sevenin özünde taşıdığı cevher neydi de
sevgili o cevhere yansıyordu? Seven, sevgiliyle olmaktan menfaat uman değil,
menfaatini sevgiliyle olmaktan umandı çünkü. Sevdiğini söyleyenlerin çoğu ancak
sevgilinin bezirgânları, hakiki seven ise onun satışa çıkarılmış metaıydı.
Sevgili ona “- Gel kendini ben eyle.!” dese derhal feda olur; çünkü ona
muhtaçtır. Eğer seven kendini hakikaten o eylerse belki o da kendini seven
eylemeye yönelir. Eğer sevilen kendini seven eylerse, bilinsin ki sevgide
ihtiyaç içinde kalmış demektir. Eğer seven kendini sevgili eylerse tamamlanma
sevilende gerçekleşmiş; böylece her şey sevilen olmuş sayılır. O vakit niyaz
aradan kalkar her şey naz olur. İhtiyaç aradan gider sevgide kendine yeterlilik
başlar. Fakirlik kaybolur, zenginlik gelir. Velhasıl her şey bir çare olur,
çaresizliğin adı yeryüzünden silinir!..
Bütün bunları düşündükten sonra bir karara vardım. Seven
sevdiğini bir sevgili, bir canan sanırsa yanılır; oysa bilmelidir ki sevilen
sevenin cananı değil bizzat canıdır.
Ey büyük üstad, ey Fuzulî!.. Sen Leyla ile Mecnun’u yazmasan,
cihanda sevgi adı eksik kalırdı!.. Değil mi ki söyledin:
Cânı kim cânânı için sevse cânânın sever
Canı için kim ki
cânânın sever cânın sever... İskender Pala
Hiç yorum yok: