Siz kendiniz olduğunuzda, Zende Zen olur. Kendiniz olduğunuzda, nesneleri oldukları gibi görür ve çevrenizle BİR olursunuz”
Zen
Budizm,Hind ve Çin geleneklerinin ortak bir ürünü...
Zen
Budizm,Budizm’in Mahayana kolunun bir uzantısıdır.Mahayana Budizm’i Çin’de ve
Japonya’da oranın kendine özgü töre,kurum,inanç ve yaşam görüşlerine uyum
göstererek gelişmiştir.
Zen
sözcüğü Japonca kökenlidir.Zen de ne kutsal kitap,ne de dogma
vardır.Simgelere,dualara,törenlere de yer yoktur.Öyle ki,Zen onu izleyenlere
hiçbir şeyi inandırmaya ve hiç bir inancı kabullendirmeye zorlamaz.Zen bir
felsefe de değildir.Çünkü felsefe mantık ve analize dayalıdır.Zen bunların her
ikisine de karşıdır.Lafların,kelime oyunlarının gerçeğe ulaşmada yararı
olmayacağını düşünür.
Mantık,zihnin
akıl yanına dayalıdır.Zen ise ikiliklerin ötesinde tam bölünmez gerçeği arar.Bu
kavramlar bizler için alışılmadık bir düşünce biçimi olduğu için,Zen Budizmi
anlamamızı zorlaştırmaktadır.
Günümüzün
bilimsel ve özgür düşünce kavramlarıyla Zen arasında pek çok benzerlik olduğunu
görüyoruz.Zen öğretilerinin birinde şöyle bir uyarı yapılır.
“Bir
düşünceye bağlanmak yalnız zihni koşullandırmakla kalmaz,bir düşüncenin ötekine
üstün tutulması zihni bağımlı da yapar.”
Zen
de bir şeyi bilmek onu iç gerçek durumuna dönüştürmeyebilir.Bu nedenle de
kişisel deney ve kişisel yaşam herşeyden daha önemlidir.
Zen
her ne kadar zor anlaşılırlığı ile bizi şaşırtsa da durum bizim koşullandırıldığımız
yaşam biçiminden kaynaklanmaktadır.Yalın düşünmeyi başarabilirsek Zen’i
anlamak,daha doğrusu kavramak hiç de zor değil.Örneğin bir Zen ustasına “Zen nedir?”diye sormuşlar.Usta “Sizin her günkü yaşantınızdır,her günkü
düşüncelerinizdir.” diye yanıt vermiş.O nedenle Zen bir yerde şu
anı,şimdiki zamanı dolu dolu yaşamaktır.Başka bir deyimle Zen, “yaşadığımız hayatın içinde yaşadığımızın
farkına varmak,hayata uymaktır.”
Daha
geniş bir tanımla Zen, “Herşeyden
önce zihnimizin yaratıcı ve özgür gücünü öne vererek,bir takım genel
kavramlarla değil,hayatın yaşayan gerçekleri ile uğraşmak,özne ile nesne
arasındaki ikilikten zihni koparıp,aklı da,anlayışı da aşarak kendi
derinliğimizin farkına varmanın yoludur.”
Zen
ayni zamanda dolaysızlığı,doğrudan gerçeğe yönelmeyi hedef alması,yürekli
oluşu,şakacılığı,güzele karşı da ,anlamsız olana karşı da duygulu oluşu ile
diğer metotlardan,diğer yollardan bütünüyle ayrı,özgün bir yol.
Bağımsızlığa
verdiği önem nedeniyle Zen’de öğreti yoktur. Biz kendi kendimize öğretiriz.Zen
yalnızca yolu işaret eder.
Zen insandaki iç ve dış çelişkilerin kaynağını
şöyle açıklıyor.
“Sonluyla
sonsuz arasında daha en baştan beri bir çelişkiye gerek yokken,o kadar istekle
bulmaya çalıştığımız iç barış hep ortada durup dururken,cahilliğimiz yüzünden
ille kendi benliğimizde sonluyla sonsuz arasında bir kesinti bulacağız diye
kendimizi çıkmazlara sürüklemekteyiz.”
Zen
yolunun sonu NİRVANA’dır.Nirvana aydınlanmada doğal olarak kendiliğinden ortaya
çıkacak zihinsel bir durumdur.Aydınlanmak ise kavramların ötesine geçip dünyayı
gerçek böylesiliği ile görmektir.
Aydınlanma
bizim gündelik yaşamımızdan kaçmamızı ya da onu değiştirmemizi gerektirmeyeceği
gibi,biçimsel dünyayı da başka türlü görmemizi de gerektirmez.
Tüm
bu yalın düşünceleri kavrayabilmek için şöyle bir uyarı yapılır. “Buda’cılık
çalışırken,zihninizde genel bir ev temizliği yapmanız gerekmektedir.”
Buna
en güzel bir örnek de Meiji döneminde (1868-1912) Japon Zen
ustası Nan-in ile Zen incelemeleri yapmak için
Japonya’ya gelen bir profesör arasında geçen söyleşidir.
Nan-in
konuğa çay sunar.Profesörün fincanını doldurur,ama durmaz,çayı fincana döker de
döker.Konuk taşan çaylara bakadurmaktadır.Bir süre sonra kendini
tutamayıp,boşalır.
-
“Taştı ,artık almaz ki...”
-
“Bu fincan gibi sen de kendi düşüncelerin,kurgularınla dolusun.Önce fincanını
boşaltmazsan sana Zen’i nasıl gösterebilirim.” der Nan-in...
Zen
ustası Chao-chou’nun yaklaşımına göre “Zen sizin her günkü düşüncenizdir.İşin aslı kapının menteşesinin ne
tür takıldığıdır.Kapı içeri de açılabilir,dışarıya da...”
Sonuç
olarak Zen’e göre , “Geçmişe
bakış açısı şükran, şimdiye hizmet, geleceğe de
sorumluluk olmalıdır.”
Erich
Fromm’a göre “İnsanlar akılcılığı
öyle bir noktaya kadar getirdiler ki akılcılığın o derecesi akılsızlığın en
aşırı biçimi durumuna geldi.Descartes’tan başlayarak insanlar giderek
düşünceyle duygunun arasını açtılar.Yalnız düşünce akla uygun kabul
edilip,duygu,yapısı gereği akıl dışı olarak nitelendirildi.İnsan bu süreç
içinde kendini bir eşya durumuna dönüştürdü.Değer sıralamasında yaşam’a
mülkiyetten daha alt sırada yer verilmeye başlandı.
Zen
Budizm’e kadar insan varoluş sorununa ancak birkaç yanıt verebilmiştir.Çok defa
böyle yaptığını bilmese de ,her insan kendi yaşamında bu yanıtlardan bir
tanesini seçiyor.Bizim Batı kültürümüzde herkes Hristiyan ya da Musevi
dinlerinin ya da aydın Tanrı tanımazlığın yanıtını verdiğini sanıyor.Oysa eğer
herkesin kafasındaki düşünceleri röntgen ışınından geçirme olanağı olsa ne
kadar çok yamyamlık yanlısı,toteme tapan,çeşit çeşit putlara tapanlar
olduğunu,pek az sayıda da Hristiyan,Musevi,Budist ve Tao’cu olduğunu görüp
şaşacağız.Din insanın varoluş sorununa verdiği biçimsel ve özenle ayrıntılanmış
yanıttır.En ilkel dinlerde bile başka kimselerle birlik olmanın verdiği güven
ve akla yatkın olma duygusu yatar.”
Fromm’a
göre, SATORİ’yi ruhbilimsel olarak anlatmaya çalışırsak;bir kimsenin içindeki
ve dışındaki gerçekle tam bir uyum,tam bir ayar içinde olması ve bu durumun tam
olarak ayırdında olmasıdır.
Yani
Zen’in amacı insanın kendi öz yaradılışını tanımasıdır.Kendi kendini
tanımanın “bir araştırıcısıdır.”
Bu yalın uyarıları
kavrayabildiğimizde göreceğiz ki “Mutlu
olabilmek için bitin yeteneklerimiz var da ,genellikle bu gerçeğe gözlerimizi
kapatıyoruz.”
Batıdaki
psikolojik çöküntüyü Fromm şöyle dile getiriyor. “Batı kültürünün kökeni eski Yunan ve Musevi kültürüne dayalıdır.Bu her
iki kültürde de hedef insanı daha iyi , daha eksiksiz , daha mükemmel yapmaktı.
Batı ; insanın eksiksizliği ve mükemmelliğinden daha önce maddesel şeylerin
eksiksizliği ve mükemmelliğini aldı.Daha mükemmel şeyler yapmak için bilgisini
çoğalttı.Bugün Batılı insan hastalıklı bir biçimde duygulanmak niteliğini
yitirmiştir.Bu nedenle de kuşkudan, tasadan, ruhsal yıkımdan kendini kurtaramıyor.Hala
mutluluk,bireycilik,hür girişim gibi bir takım ezberlenmiş,basmakalıp
lakırdılar ediyor,ama aslında hiçbir hedefi yok.Niçin yaşıyorsun diye sorun
bakalım,yanıt vermekte güçlük çekecektir.”
Sosyal
açıdan Batıyı ele alan Alan Watts,içtenlikle şu gerçeği dile getiriyor. “Batı’da son yüzyıl içindeki başdöndürücü
değişiklikler,töreleri,gelenekleri,inançları çökertti.Bilimdeki gelişmeler
uzay,zaman,hareket,doğa,sosyal evrim,kişilik ve karakter gibi konulardaki
bilgilerimizi değiştirdi.Giderek bulunduğumuz yeri saptayacak belirgin bir
işaret taşı bulamadan Budistlerin “Büyük Boşluk” adını verdikleri
yerde kaybolduğumuzu farkediyoruz.Bu boşlukta ne Batı bilimi,ne Batı dinleri,ne
de Batı felsefesi bize yol göstericilik yapamıyor.Uçsuz bucaksız bir boşlukta
kaybomuşluğun yılgınlığı üzerimize çökmüş.”
Son
yüzyıl içinde , Batı uygarlığı olarak tanımladığımız ve Batılı olma
uğruna pek de onurlu olmayan çabalar harcadığımızı belirtmek yanılgı
olmasa gerek.Dikkat edildiğinde ünlü bir teolog olan Allan Watts ve yine ünlü
bir ruh bilim uzmanı olan Erich Fromm,Batının neleri kaybettiğini,sosyal ve
psikolojik açıdan düştüğü bunalımı gerçekçi ve tarafsız bir görüşle gözler
önüne sermektedir.
Sonuç
olarak diyebiliriz ki bizler,bir taraftan içgüüdlerimizin,diğer taraftan sosyal
motivasyonların etkisiyle şekillenmekteyiz.Bu nedenle davranış
tarzımızla,düşünce,inanç ve tüm diğer değerlerle ne kadar kendimiziz?Bu soruya
içtenlikle yanıt verdiğimizde,kendimize ait olmadığımız gerçeği ile
karşılaşırız.Ancak Zen Budizm’in düşünce sistemindeki gibi bağımsız,doğayla
bütünlüğümüzün bilinci içinde,kendimizi yine kendimizle eğittiğimiz
oranda,içgüdülerimizin köleliğinden kurtulup efendisi olabildiğimiz ve
düşünmeden kabul ettiğimiz tüm öğretilerden bağımsızlaşabildiğimiz
oranda,gerçek kendimiz olma yolunu bulabiliriz.Bulduğumuzda da buna ister
Nirvana, ister Satori, ister kendini bilme densin, gerçek insan olmanın anlamı
budur.
Konuyu
bir Zen uyarısı ile noktalamak istiyorum.
“Eğer
çalışmanız iyiyse,ondan gurur duymaya başlarsınız.Fakat bu gurur fazladan
eklenmiş bir şeydir.Yaptığınız şey iyidir ama ona fazladan bir şeyler
eklenmiştir.Doğru çaba fazladan eklenmiş şeylerden kurtulmak demektir.”
ne güzel bir yazı. okudukça benliğimi unuttuğumu farkettim.
YanıtlaSil