Seç Birini - Canın Sıkılıyorsa Tam Yerine Geldin

Slider[Style1]

Style2

Style3[OneLeft]

Style3[OneRight]

Style5

zen, budizm, inanç
Siz kendiniz olduğunuzda, Zende Zen olur. Kendiniz olduğunuzda, nesneleri oldukları gibi görür ve çevrenizle BİR olursunuz”
Zen Budizm,Hind ve Çin geleneklerinin ortak bir ürünü...


           

     
            Zen Budizm,Hind ve Çin geleneklerinin ortak bir ürünü.12.yüzyıldan sonra Japonya’ya da geçerek Japon kültürü içinde gelişmesini tamamlamıştır.
            Zen Budizm,Budizm’in Mahayana kolunun bir uzantısıdır.Mahayana Budizm’i Çin’de ve Japonya’da oranın kendine özgü töre,kurum,inanç ve yaşam görüşlerine uyum göstererek gelişmiştir.
            Zen sözcüğü Japonca kökenlidir.Zen de ne kutsal kitap,ne de dogma vardır.Simgelere,dualara,törenlere de yer yoktur.Öyle ki,Zen onu izleyenlere hiçbir şeyi inandırmaya ve hiç bir inancı kabullendirmeye zorlamaz.Zen bir felsefe de değildir.Çünkü felsefe mantık ve analize dayalıdır.Zen bunların her ikisine de karşıdır.Lafların,kelime oyunlarının gerçeğe ulaşmada yararı olmayacağını düşünür.
            Mantık,zihnin akıl yanına dayalıdır.Zen ise ikiliklerin ötesinde tam bölünmez gerçeği arar.Bu kavramlar bizler için alışılmadık bir düşünce biçimi olduğu için,Zen Budizmi anlamamızı zorlaştırmaktadır.
            Günümüzün bilimsel ve özgür düşünce kavramlarıyla Zen arasında pek çok benzerlik olduğunu görüyoruz.Zen öğretilerinin birinde şöyle bir uyarı yapılır.
            “Bir düşünceye bağlanmak yalnız zihni koşullandırmakla kalmaz,bir düşüncenin ötekine üstün tutulması zihni bağımlı da yapar.”
            Zen de bir şeyi bilmek onu iç gerçek durumuna dönüştürmeyebilir.Bu nedenle de kişisel deney ve kişisel yaşam herşeyden daha önemlidir.
            Zen her ne kadar zor anlaşılırlığı ile bizi şaşırtsa da durum bizim koşullandırıldığımız yaşam biçiminden kaynaklanmaktadır.Yalın düşünmeyi başarabilirsek Zen’i anlamak,daha doğrusu kavramak hiç de zor değil.Örneğin bir Zen ustasına “Zen nedir?”diye sormuşlar.Usta “Sizin her günkü yaşantınızdır,her günkü düşüncelerinizdir.” diye yanıt vermiş.O nedenle Zen bir yerde şu anı,şimdiki zamanı dolu dolu yaşamaktır.Başka bir deyimle Zen, “yaşadığımız hayatın içinde yaşadığımızın farkına varmak,hayata uymaktır.”
            Daha geniş bir tanımla Zen, “Herşeyden önce zihnimizin yaratıcı ve özgür gücünü öne vererek,bir takım genel kavramlarla değil,hayatın yaşayan gerçekleri ile uğraşmak,özne ile nesne arasındaki ikilikten zihni koparıp,aklı da,anlayışı da aşarak kendi derinliğimizin farkına varmanın yoludur.”
            Zen ayni zamanda dolaysızlığı,doğrudan gerçeğe yönelmeyi hedef alması,yürekli oluşu,şakacılığı,güzele karşı da ,anlamsız olana karşı da duygulu oluşu ile diğer metotlardan,diğer yollardan bütünüyle ayrı,özgün bir yol.
            Bağımsızlığa verdiği önem nedeniyle Zen’de öğreti yoktur. Biz kendi kendimize öğretiriz.Zen yalnızca yolu işaret eder. 
Zen insandaki iç ve dış çelişkilerin kaynağını şöyle açıklıyor.
            “Sonluyla sonsuz arasında daha en baştan beri bir çelişkiye gerek yokken,o kadar istekle bulmaya çalıştığımız iç barış hep ortada durup dururken,cahilliğimiz yüzünden ille kendi benliğimizde sonluyla sonsuz arasında bir kesinti bulacağız diye kendimizi çıkmazlara sürüklemekteyiz.”
            Zen yolunun sonu NİRVANA’dır.Nirvana aydınlanmada doğal olarak kendiliğinden ortaya çıkacak zihinsel bir durumdur.Aydınlanmak ise kavramların ötesine geçip dünyayı gerçek böylesiliği ile görmektir.
            Aydınlanma bizim gündelik yaşamımızdan kaçmamızı ya da onu değiştirmemizi gerektirmeyeceği gibi,biçimsel dünyayı da başka türlü görmemizi de gerektirmez.
            Tüm bu yalın düşünceleri kavrayabilmek için şöyle bir uyarı yapılır. “Buda’cılık çalışırken,zihninizde genel bir ev temizliği yapmanız gerekmektedir.”
            Buna en güzel bir örnek de Meiji döneminde (1868-1912) Japon Zen ustası     Nan-in ile Zen incelemeleri yapmak için Japonya’ya gelen bir profesör arasında geçen söyleşidir.
            Nan-in konuğa çay sunar.Profesörün fincanını doldurur,ama durmaz,çayı fincana döker de döker.Konuk taşan çaylara bakadurmaktadır.Bir süre sonra kendini tutamayıp,boşalır.
            - “Taştı ,artık almaz ki...”
            - “Bu fincan gibi sen de kendi düşüncelerin,kurgularınla dolusun.Önce fincanını boşaltmazsan sana Zen’i nasıl gösterebilirim.” der Nan-in...
            Zen ustası Chao-chou’nun yaklaşımına göre “Zen sizin her günkü düşüncenizdir.İşin aslı kapının menteşesinin ne tür takıldığıdır.Kapı içeri de açılabilir,dışarıya da...”
            Sonuç olarak Zen’e göre , “Geçmişe bakış açısı şükran, şimdiye hizmet,    geleceğe de sorumluluk olmalıdır.”
            Erich Fromm’a göre “İnsanlar akılcılığı öyle bir noktaya kadar getirdiler ki akılcılığın o derecesi akılsızlığın en aşırı biçimi durumuna geldi.Descartes’tan başlayarak insanlar giderek düşünceyle duygunun arasını açtılar.Yalnız düşünce akla uygun kabul edilip,duygu,yapısı gereği akıl dışı olarak nitelendirildi.İnsan bu süreç içinde kendini bir eşya durumuna dönüştürdü.Değer sıralamasında yaşam’a mülkiyetten daha alt sırada yer verilmeye başlandı.
            Zen Budizm’e kadar insan varoluş sorununa ancak birkaç yanıt verebilmiştir.Çok defa böyle yaptığını bilmese de ,her insan kendi yaşamında bu yanıtlardan bir tanesini seçiyor.Bizim Batı kültürümüzde herkes Hristiyan ya da Musevi dinlerinin ya da aydın Tanrı tanımazlığın yanıtını verdiğini sanıyor.Oysa eğer herkesin kafasındaki düşünceleri röntgen ışınından geçirme olanağı olsa ne kadar çok yamyamlık yanlısı,toteme tapan,çeşit çeşit putlara tapanlar olduğunu,pek az sayıda da Hristiyan,Musevi,Budist ve Tao’cu olduğunu görüp şaşacağız.Din insanın varoluş sorununa verdiği biçimsel ve özenle ayrıntılanmış yanıttır.En ilkel dinlerde bile başka kimselerle birlik olmanın verdiği güven ve akla yatkın olma duygusu yatar.”
            Fromm’a göre, SATORİ’yi ruhbilimsel olarak anlatmaya çalışırsak;bir kimsenin içindeki ve dışındaki gerçekle tam bir uyum,tam bir ayar içinde olması ve bu durumun tam olarak ayırdında olmasıdır.
            Yani Zen’in amacı insanın kendi  öz yaradılışını tanımasıdır.Kendi kendini tanımanın “bir araştırıcısıdır.”
  Bu yalın uyarıları kavrayabildiğimizde göreceğiz ki “Mutlu olabilmek için bitin yeteneklerimiz var da ,genellikle bu gerçeğe gözlerimizi kapatıyoruz.”
            Batıdaki psikolojik çöküntüyü Fromm şöyle dile getiriyor. “Batı kültürünün kökeni eski Yunan ve Musevi kültürüne dayalıdır.Bu her iki kültürde de hedef insanı daha iyi , daha eksiksiz , daha mükemmel yapmaktı. Batı ; insanın eksiksizliği ve mükemmelliğinden daha önce maddesel şeylerin eksiksizliği ve mükemmelliğini aldı.Daha mükemmel şeyler yapmak için bilgisini çoğalttı.Bugün Batılı insan hastalıklı bir biçimde duygulanmak niteliğini yitirmiştir.Bu nedenle de kuşkudan, tasadan, ruhsal yıkımdan kendini kurtaramıyor.Hala mutluluk,bireycilik,hür girişim gibi bir takım ezberlenmiş,basmakalıp lakırdılar ediyor,ama aslında hiçbir hedefi yok.Niçin yaşıyorsun diye sorun bakalım,yanıt vermekte güçlük çekecektir.”
            Sosyal açıdan Batıyı ele alan Alan Watts,içtenlikle şu gerçeği dile getiriyor. “Batı’da son yüzyıl içindeki başdöndürücü değişiklikler,töreleri,gelenekleri,inançları çökertti.Bilimdeki gelişmeler uzay,zaman,hareket,doğa,sosyal evrim,kişilik ve karakter gibi konulardaki bilgilerimizi değiştirdi.Giderek bulunduğumuz yeri saptayacak belirgin bir işaret taşı bulamadan Budistlerin “Büyük Boşluk” adını verdikleri yerde kaybolduğumuzu farkediyoruz.Bu boşlukta ne Batı bilimi,ne Batı dinleri,ne de Batı felsefesi bize yol göstericilik yapamıyor.Uçsuz bucaksız bir boşlukta kaybomuşluğun yılgınlığı üzerimize çökmüş.”
            Son yüzyıl içinde , Batı uygarlığı olarak tanımladığımız ve Batılı olma uğruna  pek de onurlu olmayan çabalar harcadığımızı belirtmek yanılgı olmasa gerek.Dikkat edildiğinde ünlü bir teolog olan Allan Watts ve yine ünlü bir ruh bilim uzmanı olan Erich Fromm,Batının neleri kaybettiğini,sosyal ve psikolojik açıdan düştüğü bunalımı gerçekçi ve tarafsız bir görüşle gözler önüne sermektedir.
            Sonuç olarak diyebiliriz ki bizler,bir taraftan içgüüdlerimizin,diğer taraftan sosyal motivasyonların etkisiyle şekillenmekteyiz.Bu nedenle davranış tarzımızla,düşünce,inanç ve tüm diğer değerlerle ne kadar kendimiziz?Bu soruya içtenlikle yanıt verdiğimizde,kendimize ait olmadığımız gerçeği ile karşılaşırız.Ancak Zen Budizm’in düşünce sistemindeki gibi bağımsız,doğayla bütünlüğümüzün bilinci içinde,kendimizi yine kendimizle eğittiğimiz oranda,içgüdülerimizin köleliğinden kurtulup efendisi olabildiğimiz ve düşünmeden kabul ettiğimiz tüm öğretilerden bağımsızlaşabildiğimiz oranda,gerçek kendimiz olma yolunu bulabiliriz.Bulduğumuzda da buna ister Nirvana, ister Satori, ister kendini bilme densin, gerçek insan olmanın anlamı budur.
            Konuyu bir Zen uyarısı ile noktalamak istiyorum.
          “Eğer çalışmanız iyiyse,ondan gurur duymaya başlarsınız.Fakat bu gurur fazladan eklenmiş bir şeydir.Yaptığınız şey iyidir ama ona fazladan bir şeyler eklenmiştir.Doğru çaba fazladan eklenmiş şeylerden kurtulmak demektir.”

jhgj Hakkında

23 yaşındayım.Aksaray Üniversitesinde İnşaat mühendisliğini okudum.İş ararken sırf sıkıntıdan bir blog olusturdum aslında yazmayla alakam yoktur bi ihtimal bi kac kişi girer yazılarımı okur diye actım. Kısaca kendimi anlatmak istersem yüzmeye aşık, evden pek çıkmayan ilerde kendi işini kurmak isteyen sıradan sizin gibi biriyim...
«
Next
Sonraki Kayıt
»
Previous
Önceki Kayıt

1 yorum:

  1. ne güzel bir yazı. okudukça benliğimi unuttuğumu farkettim.

    YanıtlaSil


Top